Saturday, July 29, 2017

Paris – Berkeley – Londra

Paris-Berkeley-Londra dünyasından söz etmiş, bir önceki yazıda mevzubahis ettiğimiz eleştirmen kardeşimiz. Var mı öyle bir dünya? Vallahi sanmıyorum. O sandviç kaşarı gibi araya giren Berkeley orada olmamalı, başka bir kıtada.

Paris-Londra dünyası desen vardır. En azından bin yıllık bir dünyadır. Saltanatının zirvesine 19. yy’da, diyelim ki 1815-1914 arasında ulaşmıştır. Temeli Avrupa’nın aristokratik kültürüdür. Kültürü ve terbiyeyi ve yönetim yetkisini elinde tutan, hakikatin ve sanatın sırlarına vakıf olduğuna inanan, ayrıcalıklı bir sınıfı varsayar. Ta 20. yy başlarına dek tüm literatürü, tüm sanatı, mimarisi, şehirciliği, yönetim felsefesi, bilim kurumları hep bu varsayım üzerine kurulmuştur. Aristokratik bir zümrenin kültüründen (ve ona boyun eğen, eğmeyen, tepkiyen, isyan eden unsurlardan) ayrı düşünülemez. Eleştir istersen, ben de eleştiririm nolacak, ama kabul etmeli ki zengin ve ilginç bir dünyadır. Çok şey üretmiştir.

Sonradan, de ki 1850’lerden sonra, o eski yapı emperyalist megalomani ile beslenir ve yeniden şekillenir; Hausmann’ın Paris’i ve Victoria & Albert Museum’un Londra’sı (Ringstrasse Viyana’sı, Gründerzeit Berlin’i) çıkar ortaya. Daha soğuk ve kibirli bir çağdır. Düşünürsen kendi yıkımını içinde taşır. İçerideki aristokratik egemenliğin terminolojisini ve mantığını dünya egemenliğine tahvil etmeyi dener. O tekne o sıkleti taşıyamaz, üç beş kuşak içinde tepe taklak gelir. Bugün Paris de Londra da, Viyana’yı da ekle, o da, geçmişin anılarıyla yaşayan, dünyaya önderlik etme hırsını ve yeteneğini yitirmiş, marjinalleşme yolunda dolu dizgin ilerleyen şehirler.

Berkeley derken eleştirmenimiz San Francisco’yu kast etmiş olmalı. Apayrı bir dünyanın ürünü ve simgesidir. Tarihi yoktur. Aristokrasiyi tanımaz, demokrasiyi kültürel kıblesi sayar. Kültürel bagajı hafiftir; bagajdan ziyade sırt çantasıdır – içindeki eşya taş çatlasa altmış-yetmiş yıllıktır. Her sabah dünyayı yeniden keşfetme sevinci ve sıfırdan kurma arzusuyla kalkar yataktan. Birkaç ay önce size Dave Eggers’ın romanı The Circle’ı anlatmıştım, onu okurken epey andım bu mevzuları. Aristokratik geçmişin çapası olmayınca kültür (ve felsefe, ahlak, dünya görüşü) ipi kopmuş tespih gibi dağılıyor. Bir bakıma daha özgür, bir bakıma ürkütücü ölçüde sığ ve başı boş.

Emperyal Avrupa’nın yorgun dünyasından çok farklı bir yer Kaliforniya kıyıları. Kontrastlara dikkat etmeden ikisini bir torbaya atarsan sağlıklı bir yargıya varamazsın bence.


6 comments:

  1. Bakın UNESCO kültür mirası yerlerinin kahir ekseri Avrupa'da(https://en.wikipedia.org/wiki/Table_of_World_Heritage_Sites_by_country) Geri kalan kısmı gene doğrudan Avrupa'dan neşet etmiş ülkelerde, az birazı da Uzakdoğu'da. Avrupa dünyanın hem yüreğidir, hem beynidir, hem gövdesidir, hem merkezidir. Kısacası her birşeyidir. Avrupa'yı üstün kılan ise coğrafyasıdır ve İbn-i Haldun'un söylemiş olduğu gibi Coğrafya Kaderdir!. Türkiye coğrafi olarak Avrupa'nın yanıbaşında olmasaydı insanının ortalama eğitim ve gelişmisliğiyle, Kamboçya'yla aynı lige inerdi, hatta daha sonra Pakistan'la eşit seviyeye düşerdi. Meşhur yahudi tarihçi Immanuel Wallerstein'ın World Systems Theory'sini daha evvel burada yazmıştım(https://en.wikipedia.org/wiki/World-systems_theory). Annales ekolünden Fernand Braudel de bu teorinin öncüsüdür ve bir kitabında, 19. yüzyılı Sanayi Devrimini, Burjuva Devrimlerini olgunlaştırarak bitiren ülkeler dışında önümüzdeki yüzyıllarda gerçek refahı yakalayacak ülkeler olmayacağını söylüyor. Sevan hocam, coğrafyanın medeniyet uzerindeki tesiriyle alakalı hiçbir yazınız yok bildigim kadarıyla.

    ReplyDelete
  2. Son 16 yıldır Berkeley'de yaşıyorum. Bahsettiğiniz sığlık ve boşluk muhtemelen tahmininizin de ötesinde artık. Zaten Berkeley uzun süredir spiritüalizm gibi modern dinlerin işgali altındaydı. Teknoloji şirketleri yüzünden son 20 yılda bölgeye akan yeni iş gücü, bölgede yaşanabilecek 3 şehirde (SF, Berkeley, Oakland) ikamet eden insanların hayatlarını (mali açıdan) cehenneme çevirdi. San Francisco sokakları artık altlarında Teslalarıyla dehşet saçan 25 yaşındaki göçmen programcılarla dolup taşıyor. Para (ve gentrification) çok hızlı vurdu buraları. Zaten savunma hatları da çok zayıftı.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yapacak bir şey yok. Amerikan ekonomisini bu yüzyılda o göçmen programcılar sırtlayacak. Bakkal çakkal da Detroit'e taşınsın artık.

      Delete
  3. Sevan hocam , sizi dinlediğim kadarıyla mutlak bir tanrı inkarınızın olmadığınız kanısına vardım yani siz ateist değil de daha çok agnostik gibisiniz bir de dinlere çok meraklısınız sanki kafanıza yatsa bazı şeyler iman edecek gibisiniz odtü'deki konuşmanızda ''nuh gemiye hangi hayvanları aldı böyle bir şey mümkün değil'' tarzında bir söyleminiz vardı öğrencilerle ayak üstü yaptığınız konuşmada sanki bazı şeyleri yerine oturtamadığınızdan iman etmiyor gibisiniz haksız mıyım hocam ?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Vay anasına ya? Şengör'e bile -belki şüphe ile yaklaşabilirsin ama Nişanyan'a ASLA! Sadece objektif ve nazik olmaya, dinlenebilirliğinin sürdürebilir olmasına çalışmış. Agnostik kişi "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyen, en zayıf kişiliktir!

      Delete
  4. Zaten berkeler uzun suredir spiritualizm gibi modern dinlerin etkisi altında.

    ReplyDelete