Saturday, May 27, 2017

Amerikan Liberalizmi Başka

Bir arkadaş Amerika’da neden sosyal demokrat parti yok, neden Amerikalılar sola “liberal” diyorlar, bizim liberal dediğimiz onların libertaryeni mi diye soruları sıralamış. Cevap yazdım. 

Avrupa’da sosyal demokrasi ve/veya sosyalizmin maddi temeli sendikal harekettir. 1870-80’lerde doğdu, 1980’lere dek Avrupa siyasetinin en güçlü aktörlerinden biri oldu. Sendikalar çöktüğünden bu yana sol partiler bence uzatmaları oynuyorlar. Gerçek bir varlık nedenleri kalmadı. Bürokratik-liberal düzenin biraz daha şehirli, biraz daha din-dışı varyantının temsilcisi oldular.

ABD’de sendikalar hiçbir zaman siyasi düzenin belirleyici bir parçası olmadılar. Neden? İki şey geliyor aklıma. Bir, Avrupa proletaryasının, köklü köylülüğe dayanan bir sınıfsal kimliği/geleneği vardı. Kendilerini ayrı bir kültür, ayrı bir zümre, ayrı bir aksan, ayrı mahalle, ayrı aile yapısı gibi unsurlarla tanımlayabiliyorlardı. ABD’de hiçbir zaman gerçek bir sınıf olmadılar. Olsa olsa ayrı etnik kökenlerle tanımladılar (İrlandalılar, Yahudiler, Zenciler, Hispanikler vb. ).

İkincisi, tabii, acımasızca uygulanan devlet şiddetidir. 1920-30’larda sendikal hareketler kanla bastırıldı. 1950’lerde sol ve sosyalizm üzerinde muazzam bir siyasi terör yaratıldı. New York’un Baltimore’un, Boston’un köklü sosyalist örgütlenmeleri vardı. Ama ulusal düzeyde asla örgütlenemediler, marjinal kaldılar. Bundan dolayı ABD’de “sol” ve sendikal hareket, 1930’lardan itibaren, ancak Demokrat Parti yoluyla siyasi temsil imkânı bulabildi. “Liberal” kisvesi altında siyaset yapabildi. Sonucunu görüyorsun. Avrupa’da Liberal siyaset 1918 sonrasında izi kalmamasına çöktü; oysa ABD’de hâlâ (en azından ismen) siyasi söylemin iki ana kanadından biri olmaya devam ediyor. Keza Kanada ve Avustralya’da.

İngiliz liberalizminin öteden beri birbiriyle bağlantılı iki platformu vardı. Biri serbest ticaretti, yani tacir ve yatırımcı sınıfının mümkün mertebe devlet müdahalesinden muaf olması. Öbürü dini taassuba itirazdı, ki buna 19. yy sonlarında milli taassuplara karşı olmak da eklendi. Seçmen nezdinde asıl ağırlığı olan bu ikincisiydi. İnsanlar kiliseyi talep ettikleri için, “ezilen” halklara (özellikle İrlandalılara, daha sonra tüm dünya mazlumlarına, mesela Türk esareti altındaki Yunanlılar, Bulgarlara vb.) sempati duydukları için Liberal partilere yandaş oldular.

(Parantez, Mario Vargas Llosa’nın Dünyanın Son Ucundaki Savaş adlı şahane bir romanı var, Türkçeye çevrilmedi sanırım. Orada din-karşıtı bir tipik 19. yy sonu liberalinin, Brezilya’da ezilen halk hareketi olarak başlayan bir dini ayaklanma karşısında büyük bir düşünsel açmaza düşmesini ve sonuçta ayaklanmacılara katılmasını anlatır. Klasik Liberal düşüncenin temel paradoksunu izlemek açısından öğretici bir eserdir.)

Bugünkü Amerikan Liberalizmi bu ikinci boyutu, yani dini taassuba ve milli zorbalıklara karşı olma tavrını ön plana çıkarmıştır; bu sayede bütün dünyada Liberal siyasi akımlar çökerken ayakta kalmayı başarmıştır. Az önce dediğim, sol/sosyalist hareketin Liberal/Demokrat cepheye iltihakı da bu dönüşümde rol oynadı elbette.

Liberalizmin birinci platformunu öne çıkarmakta ısrarcı olanlara ABD’de, senin de belirttiğin gibi, Libertarian adı veriliyor. Marjinal bir harekettir. Dünyanın hiçbir yerinde “piyasalar serbest olsun, devlet ticarete karışmasın” platformu üzerinden yüzde birin üstünde oy alan siyasi hareket görülmemiştir; bundan sonra görüleceğini de sanmıyorum.

Libertaryenizmin heyhey günleri 1980’lerdi, Reagan, Thatcher, Milton Friedman, Chicago ekolü vb. 1945’ten veya 1932’den bu yana süren sosyalizan politikaların Batı dünyasını ekonomik ve sosyal çöküntüye sürüklediğini (haklı olarak) gördüler ve karşı uca savruldular. Ancak vaatleri tutmadı; aksine daha beter bir çöküşe doğru hızla yol alındığı anlaşıldı. En önemlisi, serbest piyasa ekonomisi ile bürokratik tahakküm arasında yapısal bir simbiyoz olduğu milletin kafasına dank etmeye başladı. Piyasa ilişkilerini yaygınlaştırdıkça, onları regüle edecek ve polis rolü oynayacak devasa ve gitgide kontrolden çıkan bir kamu bürokrasisi oluşturmak gerekiyor. Ve nitekim Thatcher-Reagen reformlarının net sonucu (keza Türkiye’de Özal çağının sonucu) daha önce eşi benzeri görülmemiş bir bürokratik yapının kanser gibi büyümesi oldu. Korkarım ki bu hakikat daha iyi anlaşıldıkça Libertaryen düşünce, zaten sınırlı olan kamu desteğini büsbütün yitirmek zorunda kalacak.

Bütün dünyada neredeyse devrim boyutları kazanan bir kolektivist, organikçi, doğacı, anti-kapitalist hareket var ve tahmin ediyorum ki yakın gelecekte dinecek veya sinecek bir şey değil.

Bilmem sorularına cevap verebildin mi?

1 comment:

  1. Bütün dünyada neredeyse devrim boyutları kazanan bir kolektivist, organikçi, doğacı, anti-kapitalist hareket var, dediniz burada kastedilen şu an güçlenen sağcı, milliyetçi popülistler mi yoksa anti-austerity topluluğu mu (hani bernie sanders,corbyn,podemos falan) yoksa genel olarak popülistler mi? Çünkü ikinci gruptaki solcuları kastettiyseniz bana göre ölmüş bir ideolojiyi, konsensusu diriltemeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar ve dediğiniz gibi uzatmaları oynuyorlar. Bu arada şu yeni sağ pegida konusunda da sosyalistlerin çelişkisi konusundaki en son yorumu yapan kişiyim ve orada bahsettiğim olayların bireyciliğe bizi yönelttiğini düşündüğüm gibi şu anda insanların bireyciliğe doğru yol aldığını düşünüyorum.

    ReplyDelete